bilmesidir.
Bir şeyin varlığa açığa çıkmadan önce o şeyi bilmek kalbe ait bir
keramettir.
Bu da sırr ilminin mertebesinin üstünde olan hafî ilmidir. İlm-i hafî'nin mertebesinin üstünde de ilm-i ahfâ mertebesi vardır.
İlm-i ahfâ da kendi içinde bir çok mertebeleri vardır. O mertebelerin en üstünde Allah'ın kendisine seçtiği ilm-i ahfâ mertebesi mevcûddur. Allah'ın kendisine seçtiği ilm-i ahfâ ilimleri
kullarından seçtiği kimselere verir.
Onların dışında hiç kimse bu ilme
muttali olamaz. Öyle ise ahfâ ilminin ilk mertebesi Hakkın bahş ettiği bir keramettir. Bu kimselerin dışındakiler bu ilimden kördürler. Bu ilim, Hakka nisbet edilmesi itibariyle sırrdır. Zira Hak o ilmi sırr mertebesinde müşâhade eder. Kul ise o ilme hafî mertebesinde muttalî olur.
Amma sofiler bu ilme edeben sırrın sırrı ilmi diye ad verdiler. Zira onlar Hakk'ın kendisine seçtiği ilmi ahfâ diye
isimlendirmişler.
1) İlm-i ahfâ: En gizli, insanlarda bulunan yedi latîfeden biri.
Ben de kalemimi bu edeb ile icra etmekteyim. Halbuki ben bu sırra ahfâ adını burada zikr ettim.
Böyle zikr etmemin hikmeti şudur. Dinleyici ve okuyucuyu bu sırrın
manâsına ikaz etmek içindir. Öyle ise sırrın sırrı olan ilim, bu ve onun fevkindeki ilm-i ahfâdır. İlm-i ahfâ ile Hak temeyyüz etmiştir. Yani her
insanın hafî kalan sırrı mevcûddur. Ve o sırrı Allah'tan başkası bilemez.
Levh-i mahfuzun, kalemin, Meleğin lümmesî ve şeytanın
lümmesinin hikmeti nerede kaldı?..
Evet zevken her insana ait sırlar vardır. O sırları o insanın
dışındaki yaratılan varlıkların hiçbiri bilemez. Yalnız Allah Subhânehû bu sırrları dilediğine öğrettiğinde bilinmemesi için hiçbir engel kalmaz. Öyle ise gönül erbabları, Allah'ın bildirdikleriyle sırrları bilirler. Onlar nefislerinin gizlediklerini de Allah'ın lütfü ile bilirler. Basar feleğinde izah ettiklerimizi hatırlatarak meseleyi daha iyi anlatmış oluruz. Gönül erbablarından birinin, gönüllerden gelip geçen duygulardan ve
nefislerinin gizlediklerinden bildiklerini gönül erbabı olmayanların
hiçbiri bilemez.
Ayrıca gönül erbabı bunların hangi keyfiyet üzere açığa çıkacağını
da bilir.
Artık bu imâm, Levh-i mahfûz'u bizzat kalbiyle mukabele eder. Levh-i
Mahfuzda olanlar da onun gönlüne keşfinin miktarınca nakş edilir.
Bu makamı müşâhade edenin müşâhade esnasında onun hiçbir uzvu hareket
etmez. Ancak gözünün hareket etmesi lâzımdır, Yalnız gözün hareketinide
sağlayacak olan basiret gözü olmalıdır. Bu da makamın gerektirdiği
kuvvetle olur.
Levh-i mahfuza açılan yolda sülük edenlerin kimi sürekli ona baka
kalır, böyle olandan asla istifâde edilmez. Kimi de bazen Levh-i müşâhade
eder, bazen de etmez. Kimi bir defa bakar bir daha Levh-Mahfûza nazar
edemez. Kimi de nazarını sadece yazılan satırlarına bırakır.
Burada da iki mertebe vardır. Bu mertebelerden biri sadece neyin
yazıldığına bakanların mertebesidir. Biri de kalemin nasıl bir hat
çizdiğine bakanların mertebesidir. Bu makam sahibi gayet mücmel kelâmla konuştuğu için kimse onun kelâmını anlayamaz.
Bu makamda Rasûllerin içeceği, Nebîlerin içeceği ve muhakkik varîs
sofîlerin içeceği vardır. Bu makamatlardan her bir makama has bir edeb vardır.
Kemâl sahibi müşâhade ediciler buna şâhidlik ederler. Biz bunları izah etmekten kaçındık. Bu kaçınmamız da bir edebdir.
Hatta iddia edicilik ve onun lüzumu olan şeylerle ittiham edilmeyelim.
Ben buraya kadar izah ettiklerimle bu makamların tahsil edilmesi içindir. Ne zamon ve nasıl açılacağını izah etmeyi fevk ettim. Bu hususu kasıtlı olarak kapalı bıraktım. Bunları zevk edenlerin da'vası doğrudur ve o bizim ketm ettiklerimizi bilir.
KALBİN MENZİL VE KERAMETİ
Reviewed by Elhamdülillah
on
Çarşamba, Ekim 21, 2020
Rating:
Hiç yorum yok: